SINIR ÇİZMEK

HAYIR…

    Sırf ayıp olmasın diye değil insanların isteklerine sıklıkla evet demek zorunda kaldığınız oluyor mu ?

   Bir karar almadan önce mutlaka başkalarıyla da konuşma ve onların onayını alma ihtiyacını duyuyor musunuz?

  Diğer insanların hayatınıza müdahale etmesi ile ilgili sıklıkla hayıflanır mısınız?

 Eğer tüm bu sorulara cevabınız çoğunlukla evetse bu durumda sınır koymakla ilgili bir probleminiz olabilir.

  Peki…

   Sınır koymak neden önemli?

   Neden yapamıyoruz?

   Sınır koyabilmek için hangi adımları atabiliriz?

     Sınır koymak demek tamamen uzlaşılmaz olmak, hayatındaki hiçbir şeyden ödün vermemek, bana ne ben değişmem sen değiş demek, ya da kendi istekleri konusunda tutturmak demek değildir.

    Diğer insanların hayatımıza müdahale etmesine engel olamıyor, kendi hayatımızı diğer insanların istek ve taleplerine göre yaşıyor, onların taleplerini kendimizinkinden daha önde tutmak zorunda olduğumuzu düşünüyorsak, kendi istek, ihtiyaç ve haklı taleplerimizi ifade etmek konusunda zorluk yaşıyorsak, zaman zaman diğer insanlar tarafından manipüle ediliyorsak…

Dikkat… istismara uğruyor olabiliriz…

Yapılan araştırmalar; duygusal olarak tükenme ile sınırlar arasında bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır.

Kendimizi yok saymak pahasına başkaları için yaşamak, aşırı fedakârlık yapmak ya da diğer insanlara öfkelenmemize, sinirlenmemize, kırılmamıza rağmen bunları ifade etmemek, kendi taleplerimizi ortaya koymamak, kendimizi ortaya koymamak, bir şekilde duygularımızı bastırmamıza yol açar ve bastırılan duygular fiziksel ve ruhsal sıkıntılar olarak gün yüzüne çıkar.

 Sınır koymak, bizim ülkemize uygulanması oldukça zor bir durum. Çünkü bizim toplumumuzda böyle bir bilinç bulunmuyor. Çocukluğumuzdan itibaren böyle yetiştirilmiyoruz. Fazlasıyla sınırlarımızı ihlal ediliyor, hatta bir sınırımız olması gerektiğinin farkında olamıyoruz. Dolayısıyla insanlar, çoğu zaman belki de iyi niyetle yaptıkları pek çok davranışın aslında sınır ihlali olduğunun farkında olmuyorlar. Uyardığımızda ise bozuluyorlar, üzülüyorlar, tepki gösteriyorlar.

   Örneğin biz çocukken, birisi gelip;

– ay ne tatlı çocuksun sen diyerek, bana sormadan “bir çocuk olsan bile” bana sormadan benden izin almadan -Şapur şupur beni öpmeye başlıyor-

 Burada;

Ne var canım? Biz işte sevecen bir toplumuz, diyebilirsiniz.

 Ancak bu durum karşısında çocuk ben;

 Kendi bedeninin sınırları olduğunu,

Fiziksel sınırları olduğunu,

Bu sınırları koruması gerektiğini,

Gerektiğinde nasıl koruyabileceğini ,

                                   Öğrenemiyor…

Gelecekte bizi rahatsız eden bir yaklaşım olduğunda rahatsız edici bir şekilde sınırlarımız ihlal edildiğinde” ister fiziksel sınırı olsun, ister manevi sınır olsun” karar veremiyoruz;

 Bu iyi mi, kötü mü?

 Şimdi ben böyle yaptığımda,

 Acaba kötü bir şey mi yaptım? Yoksa sınırlarımı korumam mı gerekiyor?

Karar veremiyoruz öğrenemediğimiz için…

 Bunun için öncelikle bizim bireylere çocukluktan itibaren saygı göstermemiz, o sınırları korumayı ona öğretmemiz gerekiyor.

Ama ne yazık ki çoğu zaman fazlasıyla sınırlarımız ihlal ediliyor.

Mesela;

Ne kadar maaş alıyorsun?

Niye çocuğun yok?

 Neden evlenmiyorsun? Diye sormak,

İnsanların evimize çat kapı gelmeleri,

İstemediğimiz halde bize akıl vermeleri,

İstemediğimiz şeyleri yapmamız için ısrarcı olmaları, hatta istemediğimizi söylememize bile fırsat tanımamaları…

Bunların her biri aslında birer sınır ihlali, çoğu zaman ne yazık ki bunların farkında değiliz.

Peki, neden sınır koyamıyoruz?

     Birinci sebep; zaten bize de öğretilmemiş olması. Yani çocukluktan itibaren zaten bizim de sınırlarımız bolca ihlal edildiği için biz de sınırlar diye bir kavram olduğunu, bunun korunması gerektiğini ve bunu nasıl korunabileceğini öğrenemedik. Hâlbuki bunu öğrenseydik ve bunu uygulayabilseydik o zaman başkalarının sınırlarına saygılı olmayı daha hoşgörülü yaklaşmayı, ya da bizim sınırlarımızın neler olduğunu bilecektik.

İkinci sebep; reddedilmekten, onaylanmamaktan, sevilmemekten korkmak. Eğer ben/ ben olursam, ben kendi istek, ihtiyaç ve haklarımı ifade edersem, insanlara hayır dersem, beni kabul etmezler, beni sevmezler, beni onaylamazlar. Kimse benimle birlikte olmak istemez. Ben olduğum halimle sevebilecek değerli bir insan değilim.

 Bu düşüncelerin en temelinde aslında çok yoğun bir değersizlik ve yetersizlik inancı olabilir.

Ben de derinden bir değersizlik inancı var mı? Bir yetersizlik inancı var mı? Bunlar nasıl oluşmuş olabilir?

   İnsanlara neden hayır diyemiyoruz? Bu neden sorusunu belki defalarca kendinize sorun.

 Uslu bir çocuk olmaya çalışarak;

Ben var mıyım?

 Ben değerli miyim?

Ben yeterli miyim?

 Ben güçlü müyüm?

Gibi soruların cevaplarını aslında en temelde insanların bize olan davranışlarından, tepkilerinden çıkarmaya çalışıyoruz ve kendimizce bu sorulara evet cevabı alabilmek için her şeyi yapıyoruz.

Uslu bir çocuk olup, eğer kurallara uyarsak, boyun erersek, içimizden gelmese bile evet dersek, ya da kendi haklarımızı ifade etmezsek, bizi sevebileceklerini düşünüyoruz.

Oysa sınır koyabilmek için öncelikle şunu kabul etmemiz gerekiyor.

Ben olduğum halimle,

 İsteklerimle,

İhtiyaçlarımla,

 Haklarımla,

Eksi ya da artı yönlerimle,

 Güçlü -zayıf yönlerimle

VARIM VE DEĞERLİYİM.

 Bunu hissedebilmek için, diğer insanların isteklerine evet demeye, boyun eğmeye ihtiyacım yok. Kendi istek ve ihtiyaçlarını talep ettiğimde de yine de ben sevilmeye layık ve değerliyim.

Bu cümleleri lütfen sık sık kendinize söyleyin ve hatırlatın.

 O gün dışarı çıkmak istemiyor musun? Çıkma merak etmeyin arkadaşlarınız sizi terk etmeyecek. Bir arkadaşının bir söylemi ya da bir davranışı sizi kırdı mı? Üzdü mü? Ona rağmen hiçbir şey olmamış gibi mi davranıyorsunuz?

 İfade edin. Merak etmeyin kırılmaz, üzülmez… Böyle olsa bile Bu durum onunla ilgili… Belki de onun da haberi yok sizi kırdığından. Böylelikle haberdar olmuş olacaktır. O gün bir arkadaşınız sizinle konuşmak istiyor, fakat sizin hiç dinleyesiniz yok. Zor bir gün geçirdiniz. O zaman bunu da ifade edin.

Zor bir gün geçirdiğinizi, dinlenmeye ihtiyacınız olduğunu söyleyin.

 Buna hakkınız var.

 İsteklerinizi ya da ihtiyaçlarınızı ifade ettiğiniz için ya da önceliklendirdiğiniz için suçluluk hissetmenize gerek yok. Bu bencillik ya da kötülük değildir.

Sınırları ilk koymaya başladığımızda belki insanlar bazı insanlar bize tepki gösterecekler, belki bazıları küsüp gidecekler. Belki bazıları kırıldıklarını ifade edecekler. Önemli değil. Dik durun ve bu yola devam edin. Bunlara da hazırlıklı olun… Sınır koymak aynı zamanda güçlü olmayı da gerektiriyor ve bunlara hazırlıklı olmayı gerektiriyor. Siz bir kere dik durduktan sonra bir süre sonra onlar da buna alışacaklar.

 Bazı insanlar şunu söyleyebilir;

– Yok, yok sen çok değiştin, eskiden böyle değildin. Eskiden her istediğimizi yapardın. Hiç böyle konuşmazdın.

 Özellikle duygusal manipülasyonu kullanan insanların çoğunun favori cümlesidir bu ve bunun gibi söylemler. Savunmaya geçmeyin. Açıklama yapmayın. Aşırı açıklamadan ve savunmadan uzak durmaya çalışın. Bu sizin isteğiniz, bu sizin talebiniz,  bunu ifade ettiniz, bunu dile getirdiniz. Buna hakkınız var. Kısa ve net bir şekilde…

 Eğer karşımızdaki kişi “ben kendim oldum” diye bu ilişkiyi bitiriyorsa, gitmeyi tercih ediyorsa, bu o zaman onun tercihidir.

 Üçüncü sınır koyamama sebebimiz; başkalarının duygularının sorumluluğunu almaya çalışmamız, yani birisi üzüldüğünde, kızdığında, öfkelendiğinde, mutsuz olduğunda bunun sorumluluğunu almaya çalışmamız.

 Öyle yapmayayım, eğer öyle yaparsam çok üzülür.

 Onun isteklerini yerine getireyim, yoksa çok kırılır.

    Eğer diğer insanlarla olan ilişkim, kendi istek ve ihtiyaçlarımı hayata geçirmeme engel olmaya başlıyorsa, o zaman bir sıkıntı haline gelmeye başlar. Yani ben kendi hayatımı tamamen annemi, babamı, eşimi, çocuğumu ya da arkadaşımı mutlu etmek için düzenlemeye başlıyorsam kendi istek ve ihtiyaçlarından vazgeçip, diğer insanların istek ve ihtiyaçlarını öncelersem;

“- Ya dur oraya gitmeyeyim eşim üzülür, kızar”

 “-Bunu yapmayayım işte babam sıkıntı yaşar”

 Demeye başlıyorsak, belki onları üzmüyoruz ama bu sefer de kendimizi üzmeye başlıyoruz.

Üstelik bazı kişiler bizim bu hassasiyetimizi fark ederse “ bu ister çocuğunuz olsun, ister eşiniz olsun, ister arkadaşınız olsun” bu durumu kullanmaya çalışabilir ve istedikleri gibi davranmadığınızda duygusal manipülasyon uygulamaya başlayabilirler. Yani söylemleri ve eylemleri ile size vicdan azabı hissettirebilirler. Mesela eşimiz dışarı çıkmak istediğimizde, eğer bana;”- tabi tabi çık çık, yo yo yo ben iyiyim benim bir şeyim yok sen çık tabi mutlu ol gez arkadaşlarınla, ben yalnız kalırım” derse tam anlamıyla bunu uygulamış olacaktır. Bu sağlıklı bir tavır değildir. Çünkü bir eşin, öncelikle eşinin mutluluğunu düşünmesi beklenir. İkincisi herkes kendi duygusundan sorumludur. Yani ben dışarı çıkarak eşimi mutsuz etmiyorum aslında. Eşimin mutluluğu ya da mutsuzluğu kendi sorumluluğunda olan bir durumdur.

 Dolayısıyla benim dışarı çıkmamdan dolayı kendisini böyle hissetmesi ve bunu bana ifade etmesi onun kendi problemidir. Bu şekilde davrandığımızda, yani birinin mutluluğu ya da mutsuzluğu ile ilgili sorumluluğu kendi üstünüze aldığımızda, karşılıklı bir bağımlılıkla yaratmış oluyoruz.  O kişi de artık kendi mutluluğunu ya da mutsuzluğunu bize bağlıyor ve bu tavır onun kendi duygularının sorumluluğunu almasını engelleyebiliyor.

 Çünkü biz o şekilde davranmasak yani kendi ihtiyaç ve isteklerimizi öncelersek belki de eşimiz başka bir takım uğraşlar bularak kendi kendini mutlu etmeyi öğrenecek.

 Ancak biz her seferinde onun istediklerini yerine getirerek onun da kendi mutluluğunu yaratmasını ya da bunu öğrenmesini engellemiş oluyoruz.

 O zaman sınır çizebilmek için kabul etmemiz gerekiyor Ki;

HAYIR, DEDİĞİMDE, KENDİ İSTEK VE İHTİYAÇLARIMI BELİRTTİĞİMDE, YA DA BİR ŞEYDEN RAHATSIZ OLDUĞUMU KARŞI TARAFA İFADE ETTİĞİMDE, EĞER KARŞI TARAF BUNDAN DOLAYI ÜZÜLECEKSE, KIRILACAKSA, ÖFKELENECEKSE, BU DUYGUYU YAŞAYAN KİŞİ OLARAK BU DUYGUNUN SORUMLULUĞU ONA AİT…

                                                   BANA DEĞİL…

 Yani bu;

 ONUN SORUNU

Dolayısıyla; onun bununla ilgili bir şey yapması gerekiyor, benim değil…

    Sınır çizememizin sebeplerinden bir diğeri de kendi hayatımızın sorumluluğundan kaçmamızdır.

 Eğer kendimizi, kendi yeteneklerinizi, kendi düşüncelerinizi, kendi yeterliliğimizi kabul etmiyorsak, kendi hayatınızla ilgili karar almadan önce muhakkak diğerlerine de fikir sormak, onlardan onay almak ihtiyacı duyuyorsak başkalarına bağımlı hissederiz.

 Diyelim ki;

  İş değiştireceğiz, şirket değiştireceğiz ya da sektör değiştireceğiz… Herkesten onay almaya çalışırız… Herkesle konuşuruz… El betteki diğer insanlardan fikir almakta bir sakınca yok. Ancak buna karşı çok ciddi bir bağımlılığımız varsa, karar almadan önce ille de bunu yapma ihtiyacı duyuyorsak yetersizlik inancımız olabilir ve bu yetersizlik inancı kendi hayatımızın sorumluluğunu almaktan kaçınmanıza yol açabilir.

    Mesela; sektör değiştirmek istediğimde eğer gidip aileme arkadaşlarıma sorup onlar ne dediyse onu yaparsam bu durumda yaşadığım herhangi bir olumsuz durumda onları sorumlu tutabilirim. Kendi kararlarımı kendim vermiyorum onlardan sürekli akıl istiyorum, onay istiyorum. Bunun sonucunda da, herhangi bir sıkıntı yaşadığımda sorumlu diğerleri oluyor. Aslında her çevremdekilerden akıl istediğimde, onların onayını almaya çalıştığımda, onların yaptığım şeylerle ilgili ikna etmeye çalıştığımda, kendi sınırlarımı bile isteye onlara açmış oluyorum. Her konuda diğerlerinin fikrini ve onayını almaya çalışırsam, onlar da benim sınırımı ihlal etmeyi, bana sormadığım halde akıl vermeyi, benim hayatım hakkında fikir belirtmeyi kendilerine hak görürler.

 Peki;

Nasıl sınır koyalım?

Sınır koyarken hangi adımları izleyelim?

Birinci adımımız;

 Öncelikle sınırlarımızı biz belirleyelim.

– Neler benim için kabul edilemez? Neler kabul edilebilir?

Hayatımdaki hangi sınır ihlalleri beni gerçekten çok rahatsız ediyor ve buna bir son vermem lazım…

Neler benim için vazgeçilmez?

 Kırmızı çizgim ne?

 Şu anda hayatımda, çoğunlukla hangi alanlarda, ne gibi durumlarda ve kimler tarafından sınır ihlalleri yapılıyor?

 Bunları bir düşünün. Hatta bunun için kâğıt kalemle çalışabiliriz. Benim size önerim kâğıt kalemle çalışın. Şöyle bir somutlaştırın.

 Ardından da beni en AZ rahatsız edenden başlayarak,

 Hangi durumlarda hayır diyeceğim?

 Hangi durumlarda isteklerimi taleplerini dile getireceğim? Bunları netleştirelim, yazalım. İkinci adımda, belirlediğim sınırlarımı diğer insanlara bildirmemiz gerekiyor.

Nasıl bildireceğim?

Sürecin başında bildirebilirim insanlara…

 Ya da yeri geldiğinde uyararak…

Örneğin; Erken yatan bir insanım, erken yatar erken kalkarım…

Bu durumda çevremizdeki insanlara;

– Beni saat akşam ondan sonra aramayın. Ben 9:30 on gibi yatar uyurum arasanız da açmam baştan söyleyeyim. Kırılmayın, üzülmeyin. Benden telefonu açmamı beklemeyin.

   Diyebiliriz.

Burada ne yaptık; baştan sınır koyduk. Yani insanların nereye kadar gidebileceklerini belirledik. Buna rağmen, sınırlarımı bilmesine rağmen, eğer kişi beni geç saatte arıyorsa ve sonuçta kırılıyor ya da üzülüyorsa, bu durumda o duygunun ve bunun sonuçlarının sorumluluğu karşı taraftadır.

     Bazen de o sınır ihlal edildiğinde bildirmek durumunda kalabiliriz.

Örneğin; bir arkadaşınız bir espri yaptı ve bu gerçekten sınırı aşan bir espriydi sizin için. Bu durumda kırıldınız üzüldünüz ama belli etmediniz. Bir süre sonra mutlaka ama mutlaka o arkadaşınızı, kendi sınırlarınız konusunda bilgilendirin. Arkadaşımıza olayı hatırlatarak duygularımızı ve düşüncelerimizi aktarmalıyız… “-Kötü hissettim, kırıldım, üzüldüm… Bu tarz şakalara açık bir insan değilim. Bundan sonra daha dikkatli olmanı rica ediyorum.”

Dediğimizde,  aslında karşı tarafa o sınırı bildirmiş oluyoruz. Arkadaşımızda kötü niyetli olmayabilir. Benim sorumluluğum etkileşimde olduğum insanlara sınırlarımı bildirmektir. Bunu, öfkeli bir şekilde ya da düşmanca, saldırganca değil, son derece sakin, barışçıl kesin, net ve açıklayıcı cümleler kurmadan, kırmadan yapmalıyız.

 Aslında çoğu zaman insanların bize nasıl davranacağını öğreten bizim tepkilerimizdir. Bizim davranışlarımızla, onlar nereye kadar gidebileceklerine karar veriyorlar. Eğer ben diğer insanlara kendi sınırlarımı bildirmezsem nerede duracaklarını bilemeyebilirler. O yüzden bir nevi biz kendi tepkilerimizle diğer insanları, bize karşı nasıl davranabilecekleri konusunda bir anlamda eğitiyoruz. Biz de aslında bunu yapıyoruz. Yani her arkadaşımıza aynı şekilde davranmıyoruz

Kimin neye üzüleceğini, kimin neye kırılacağını, kimin neye tepki göstereceğini biliyoruz. Nereden biliyoruz…? İşte bu tepkilerden biliyoruz.

Eğer biz bildirmezsek diğerleri de bilemezler. O yüzden sınırlarımız ihlal edilmesin istiyorsak, diğerlerini bu sınırlardan haberdar etmeliyiz.

 Üçüncü önemli nokta, kendimiz olduğumuzda, yani sınırlarınızı ortaya koyduğunuzda, aşırı açıklama yapma ya da bahane uydurmaya yollarına girmemeye çalışmalıyız.

    Örneğin; bir arkadaşımız bir ihtiyacını bildirdi ve yardım istedi. Biz de bunu yapmak istemiyoruz. Uzun bir açıklama yapmamıza gerek yok. Kısa ve net açıklamalar yeterli. Kötü bir şey yapmıyoruz. Aşırı açıklama ile kimi, neye ikna etmeye çalışıyoruz? Kendimizi mi, kendi içimizdeki suçluluk duygusunu bastırmaya çalışıyoruz? Yoksa karşı tarafı mı ikna etmeye mi çalışıyoruz? Aşırı açıklama yaptığımızda ve karşımızdaki de manipülatif bir insansa, bunu çok güzel fark eder ve bunu kullanmaya başlar. Kısa net ve kendinden emin bir açıklama yeterlidir.

    Dördüncü adım ise; her duruma karşı yani sınırlarımızın ihlal edildiği durumlara karşı tepkimizi belirlememiz ve prova etmemiz gerekiyor. Yani; birisi sınırı aştığında ne yapacağımızı ya da ne yapmayacağımızı, hangi kelimeleri hangi cümleleri kullanacağımızı belirlemeliyiz. Hatta bunları sadece belirlemekle de kalmayıp prova etmeliyiz. Çünkü büyük bir ihtimalle buna alışkın olmadığımız için ilk zamanlar nasıl tepki göstereceğimizi bilemeyebiliriz.

Şu anda bizim sınırımız ihlal edildi. Ama ne desem? Ne yapsam? Hangi cümleleri kullansam? Nasıl bir beden dili, nasıl bir ses tonu kullansam? Tüm bunları prova edip çalışmalıyız. Belirleyip önceden yazabiliriz.

Bu çalışma bize çok yardımcı olacaktır. Özellikle bu çalışmanın, hangi kelimeleri, hangi cümleleri seçmeliyim kısmında. İlk zamanlar büyük bir olasılıkla ne yapacağınızı bilememenin yanı sıra, buna alışkın olmadığımız için bazen çok aşırı uçlarda davranabilir, çok yüksek bir tonda hayır diyebiliriz. Sonradan aşırı pişmanlık yaşayabiliriz. Ya da tam tersi… Yani öyle bir “Hayır” deriz ki, yani o hayır sanki “Evet” e döndürülebilir… Gibidir… net olmaz. Bu nedenle, orta yolu bulabilmek için önceden prova etmek işimize yarayabilir.

UNUTMAYIN;

İnsanlarla aranıza sınır koymak onlara küsmek değil, onlara karşı, sizi incitemeyecekleri mesafede durmak demektir!!!

İSTEMEDEN BAŞKASINA SÖYLEDİĞİNİZ HER “EVET”, KENDİNİZE SÖYLEDİĞİNİZ “HAYIR” DIR..

                                                                                Gülsen ERTÖR

                                                                           Aile Danışmanı/Çift Terapisti

Similar Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir